Dilbilim  Edebiyat Teorileri    EBT Sözlüğü    Halkevleri    Akademik Çalışmalar

Ana Sayfa

 

EDEBİYAT TEORİSİ TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ

(The Glossary of Literary Theory)

 

Bu sayfada 20. yüzyılda gelişen modern edebiyat ve eleştiri teorilerine dair bir lügatçe bulacaksınız. Lügatçede 34 tane terim vardır. Terimlerin bazılarına Türkçe karşılık verilmiş, bazılarına ise verilememiştir. Bu bakımdan terimlere verilen Türkçe karşılıklar tartışmaya açıktır.

Ele alınan terimlere yazarın verdiği Türkçe karşılıklara itirazınız varsa ve Türkçe terimin yerine, söz konusu kavramı daha iyi ifade eden bir Türkçe terim öneriyorsanız, önerinizi delilleriyle birlikte mozsari@balikesir.edu.tr adresine gönderebilirsiniz. Göndereceğiniz Türkçe karşılık analiz edilecek, eğer gerekiyorsa sayfamızda yayımlanacaktır.

Bu lügatçe 20. Yüzyıl edebiyat teorileriyle ilgili terimlerin tamamını kapsamamaktadır. Diğer bir ifadeyle, oldukça eksiktir ve geliştirilmeye muhtaçtır. Bu bakımdan 20. yüzyıl edebiyat teorisiyle ilgilenen ziyaretçilerimizin, bu sözlüğe katkı yapabileceklerini bilmelerini istiyoruz. Fakat sitede yer almasını istediğimiz terimlerin Batı dillerindeki karşılığını da lütfen yazmanız gerekir. Aksi takdirde önerdiğiniz terim değerlendirmeye alınmayacaktır.

Bütün eksikliklerine rağmen, lügatçemizin özellikle metin analizleriyle ilgilenenlere yararlı olacağına inanıyoruz.

Açıklık/ clarity. 2

Aktant (Actant) 2

Anlamlı Yapı-signifying structure- 2

Aporia. 2

Beklenti Ufku-horizon of expectations-Erwartungshorizont 2

Bilinçdışılık (unconsciousness. 2

Dilbilim ve Şiirsellik ( Linguistics and Poetics) 3

Dilbilimsel İşaret /linguistic sign. 3

Dilin İkili Boğumlanması/ la double articulation du langage. 3

Estetik Nesne-Aesthetic object 3

Estetik özerklik- aesthetic authonomy. 3

Felsefe Yardımcısı/Ancilla Philosophiae. 3

Fenomenoloji ve Ontoloji- Phenomenology and ontology. 4

Genel Etki- Global effect 4

Genetik Yapısalcılık- genetic structuralism.. 4

Grotesk (grotesque) 4

Güncelleşme veya somutlaşma- actualisation or concretisation. 5

Hakimiyet/dominant 5

İfade düzlemi/muhteva düzlemi: expression plane/contend plane. 5

İmalı Okur –Implied Reader- der implizite Leser 5

İzomorfizm/isomorphism (Eş biçimcilik) 5

İzotopi/isotophy : yerdeşlik. 5

Kanteur- Centaure. 6

Kapalı Okuma –close reading. 6

Malzeme/Material 6

Norm.. 6

OPAJAZ (ŞADİD) 6

Prag Dilbilim Çevresi (PDÇ) - Cercle Linguistique de Praque ( CLP ) 6

Semantik Jest/sémantické gesto/semantic gesture. 7

Semiyotik/semiotique: Göstergebilim.. 7

Tezler- Theses. 7

Yapı - Structure. 7

Yeni Hegelcilik- Young Hegelianism.. 7

Tractatus des Signis: İşaret Tezleri 8

 

Açıklık/ clarity

 

Hegel tarafından kullanılan bir terimdir. Açıklık terimi Hegelci anlamda, sanatkârâne işaretin tek anlamlı ya da tek yanlı birliğinden ileri gelen uyuma bağlı olarak sanattaki malzemesel biçim ile kavramsal içerik arasındaki uyum demektir.

Aktant (Actant)

Aktant, semiyotikte, hikâyedeki değişik karakterler tarafından gerçekleştirilen önemli işlevlere ve rollere işaret eden bir terimdir. Bu işlevleri veya rolleri insanlar, hayvanlar ya da basit nesneler yapabilir. Greimas’ın teorisine göre aktantların esas işlevleri üç grupta toplanır: Özne-Nesne, Gönderici-Alıcı, Yardımcı-Muhalif. Greimas, aktantı, bu kavramı özne veya nesne olabilen cümlesel (syntactic) işlev anlamında kullanan Fransız dilbilimci Lucien Tesniére’den almıştır.

Anlamlı Yapı-signifying structure-

Lucien Goldmann’ın keşfettiği önemli terimlerden birisidir. Hem Hegelci düzeyde hem de hermeneutik düzeyde ele alınabilir. Metindeki her bir parçanın genel bağlam ve genel anlamla ilişkili olarak açıklanması anlamına gelir. Metindeki her öğe, kısmen veya karşılıklı olarak metnin tutarlı bütünün küçültülmüş bir parçasını verir. Dolayısıyla metindeki her öğe genel bağlamla ilişkisi ölçüsünde açıklanmalıdır. Öğenin anlamı bir bütün olarak gördüğümüz eserin tutarlı yapısına bağlıdır.

Aporia

Çözülemez nitelikteki felsefî bir meseleyi belirlemek için kullanılan eski Yunanca bir kelimedir.  Sokratçı (Socratic) metodun asıl amacı bir meseleyi aporia ile yüz yüze getirmektir. Sorgulayıcı bilmediği herhangi bir meseleyi ancak aporiayla ortaya koyabilir. Bilinmeyenin ortaya konulması bölümler halinde yapılması gereken bir araştırmanın başlangıcını oluşturur. Aristo’ya göre, aporia birbiriyle çelişen iddiaların dengeli bir geçerliliğini ortaya koyar.

Beklenti Ufku-horizon of expectations-Erwartungshorizont

Bilgi Sosyolojisinin kurucus Karl Mannheim tarafından kullanılan bir terimdir. Mannheim’e göre beklenti ufku “sanat eserinin anlaşıldığı, yeniden yorumlandığı, çağdaş problemlere, ihtiyaçlara ve uygulamalara uyarlandığı tarihsel bağlamı ifade eder. Edebî metinlerin yeni beklenti ufuklarına uyarlanması, eskinin yeniyle tekyanlı bir entegrasyonu değil, eski olgularla günümüz olgularının daimî diyaloğunu gösterir. Mannheim bu terimi belirli bir sosyla grubun bakış açısına göre sınırları çizilen değerlerin, normların ve ilgilerin bir bütünü anlamına gelen dünya görüşü (word view) terimiyle birleştirdi. Beklenti ufkunun a) edebî ya da estetik, b) psikolojik, c) sosyal olmak üzere üç ayrı bileşeni vardır.

Bilinçdışılık (unconsciousness)

Bakhtin’in keşfettiği önemli kavramlardan birisidir. Bilinç ile bilinçsizlik, rüya ile uyanıklık arasındaki erimeden ileri gelen eleştirel ve özgür bir ilkedir. Akıldışılık kavramına göre, günlük mantıkta kadının döllenmesini sağlayan erkeklik organının ucu imajı fantastik birleşmeler dünyasında düşünülmesi gereken bir imajdır. Erkeklik organı topografik bir karakterdedir. Benzer bir durum kilise çanlarının asılı durduğu kulelerde de görülür. Kilise kulesi yukarıya, maverâya, cennete doğru yönelen bir karaktere sahiptir. Erkeklik organı yukarıya yönelmek suretiyle (vücut açısından alt tabaka) kadının içine (tekrar vücudun alt bölümüne) geçer. Akıldışı bir şekilde gerçekleşen bu döngü zıtlıkların oluşturduğu diyalektik birlikten başka bir şey değildir.

Dilbilim ve Şiirsellik ( Linguistics and Poetics)

Roman Jokopson’un 1960’ta yayımlanan bir makalesinin başlığıdır. Jakopson bu makalede dilin altı işlevinden söz etmiştir. 1. Duygusal İşlev: Mejajın gönderici ile bağlantısını sağlayan işlevdir. 2.Konatatif İşlev: Dilin alıcı ile gönderici arasındaki ilişkisine dayalı işlevidir. 3. Üst Dil İşlevi: Dilin kodlara doğru yönelen işlevidir. 4. Fatik İşlev: Dilin temas vasıtasına yönelen işlevidir. 5. Göndergesel İşlev: Dilin iletişim bağlamını belirleyen işlevidir. 6. Şiirsellik İşlevi: Dilde mesajın sınırlarını belirleyen işlevdir.

Dilbilimsel İşaret /linguistic sign

Ferdinand de Saussure’ün ortaya attığı bir teoridir. İşaretleyen(signifier/signifiant) ve işaretlenenden (signified/signifié) oluşur. İşaretleyen ve işaretlenenin keyfi olarak birleşiminden meydana gelen bütünlük demektir. Bu iki unsurun birleşiminden meydana gelen keyfî karakter aynı zamanda işaretleyen ile işâretlenenin özerkliğini güvence altına alır. İşaretleyen kavrama indirgenemez. Dildeki fonetik birimlerdir. İşaretlenen ise dildeki fonetik birimlerin zihnimizde bıraktığı kavramlardır.

Dilin İkili Boğumlanması/ la double articulation du langage

Saussure’ü takip eden bir dilbilimci olan André Martinet’in geliştirdiği bir teoridir. Martinet Saussure’ün dilbilimsel işaret teorisine bağlı olarak dilin birbirini tamamlayan fakat özerk düzeyde iki işlevi olduğunu belirtir. Bu düzeylerden biri dildeki işaretleyenlerin veya fonetik birimlerin düzeyi. İkincisi ise işaretlenenlerin veya semantik birimlerin düzeyi. Martinet bu iki düzeyi dilin ikili boğumlanması diye adlandırır.

Estetik Nesne-Aesthetic object

Mukarovski’nin kullandığı bir terimdir. Mukarovski sanat eserini bir estetik nesne olarak kabul eder. Mukarovski’ye göre estetik nesne müşterek düşünceye dayalı bir kavramdır. Sanat eserinin belirli bir sosyal bağlamdaki müşterek yorumu demektir. Bu yorum tarihsel açıdan değişebilir niteliktedir. Örneğin Yunus Emre’nin şiirleri farklı dönemlerde farklı bağlamlarda farklı anlamlarda okunmuştur.

Estetik özerklik- aesthetic authonomy

Estetik özerklik teriminin kökeni Imanuael Kant’ın Hüküm Eleştirisi (Critique of Judgement) eserine dayanır. Kant’ın güzelliğin kavramsallaştırılamayacağı görüşü temel alınır. Şiirde ifade etme tarzına yönelme demektir. Lirik metinlerin felsefeden gelen bir takım kavramlar yoluyla açıklanamayacağı görüşü esas alınır. Şiiri kendine has (sui generis) bir varlık olarak tahlil etme esastır. Sanat ve edebiyat eserlerinin yegânelik özelliğinin vurgulanması ve sanatın ve edebiyatın tarihî, felsefî ve sosyal fikir çıkarılamayacağı önermesi estetik özerkliği savunanların çıkış noktasını oluşturur.

Felsefe Yardımcısı/Ancilla Philosophiae

Alman romantiklerinin Hegel’i eleştirmek için kullandıkları bir Latince terimdir. Kısaca felsefe yardımcısı demektir. Alman romantiklerine göre Hegel sanat kavramsal düşünceyle birleştirmekle sanatın değerini düşürmüştür. Sanatı felsefenin bir yardımcısı durumuna getirmiştir. Halbuki sanat felsefenin bir alt alanı değildir. İdeal dünyanın en yüksek potansiyeli olan sanat felsefeyle eş değerdedir. Bazen felsefenin de üzerinde yer alır. Ancak sanat özeli felsefe geneli amaçlar. Bu bakımdan sanatı felsefenin yardımcı olarak görmek doğru değildir.

Fenomenoloji ve Ontoloji- Phenomenology and ontology

Fenomenoloji Edmund Husserl (1859-1938) tarafından geliştirilmiş bir edebî felsefî akımdır. Husserl bütün realitelere saf fenomenler olarak bakmıştır. Husserl öğrencisi Roman Ingarden fenomenoloji ile ontoloji arasında açık bir ayrımdan yola çıkmıştır. İngarden’e göre fenomenoloji şeylerin algılanışının araştırılması, ontoloji ise şeylerin özünün araştırılmasıdır. İngardern, edebiyatın ontolojisini geliştirmek ve edebî eserlerin yapısını tarif etmekle işe başladı.

Genel Etki- Global effect

Alman teoriysen Wolfgang Iser tarafından keşfedilen bir terimdir. Iser’e göre edebî metinlerin dışa vurduğu ve farklı okurlar tarafından farklı anlamlara çevrilebilen belirsiz, anlamsal, anlatısal ve sentaktik uyarıcı demektir. Iser global etkiye bağlı olarak üç terimden daha söz eder

Repertuar-the repertoire: Belirli bir toplumdaki siyaset, din ve felsefe gibi gayri edebî sistemlerin edebî metinlerle rabıtasını biçimlendiren edebî veya gayri edebî gelenekler, normlar veya değerler sistemidir. Toplumdaki sosyal sistemler  ve edebî geleneklerden seçilmiş malzemeler metnin asıl repertuarını oluşturur. Repertuar kurgu ile realite arasındaki boşluğu gidermek vazifesini yerine getiren bir köprü vazifesini yapar.

Strateji: strategies: Repertuar yukarıdaki köprü görevini yerine getirmek için bir takım stratejiler uygular. Bu durumda strateji anlatıcılar veya yazarlar tarafından metne uyarlanan ve metinde uygulanan anlam verme veya anlatma teknikleridir. Örneğin şiirde seçilen vezin veya romanda tercih edilen vaka kalıbı sanatçının bir stratejisinden başka bir şey değildir. Bu tür stratejiler olayların akışında ve sonuca varılmasında okura rehberlik yapar.

Gerçekleşme- realisation: Iser bu terimle okur tepkisinin semantik boşlukları doldurucu bir süreç değil, yaratıcı bir süreç olduğunu düşündü. Gerçekleşme okurun ürettiği metinsel anlamdır.

Genetik Yapısalcılık- genetic structuralism

Romanyalı teoriysen Lucien Goldmann (1913-1970)tarafından geliştirilen bir metin inceleme yöntemidir.  Goldmann düşünceleri Kant, Marx ve Lukacs’a dayanır. Tutarlı bir sistem olarak gördüğü felsefe ile sosyoloji ilişkisinden hareket eder ve fikirlerini genetik yapısalcılık olarak formülleştirmiştir. Bu teoretik ve metodik yaklaşım her türlü düşüncenin sistematik bir şekilde düşünülen nesne olarak kabul dilen kişi ile soyutluk arasında bağ kurmaya meyilli olduğu ideasını temel alır.  

Grotesk (grotesque)

Rus edebiyat teorisyeni Mikhail Bakhtin’in edebî metinlere uyarladığı bir terimdir. Edebî eserdeki güzelliğin mukabili olmayan fakat kararsız bir güzellik-çirkinlik tezadı içindeki güzel-çirkin zıtlığının ihlâline dayanan bir estetik ölçüttür. Bakhtin, grotesk anlayışında zıtlıkların oluşturduğu diyalektik bir birlikten yola çıkar. Bu kavram 19. Yüzyıl Yeni Hegelcilerden alınmış bir kavramdır.

Güncelleşme veya somutlaşma- actualisation or concretisation

Bu terimleri ilk defa Polonyalı edebiyat eleştirmeni Roman Ingarden kullandı. Ingarden bu terimleri bir edebî eserin bütün düzeylerine yönelik yapılan sistematik yoruma dayalı olarak eserdeki semantik gücün gerçekleşmesi/ortaya çıkması anlamında kullandı. Somutlaşmanın estetik nesneden ileri gelen bireysel veya müşterek faaliyet olduğu söylenebilir. Bu terimleri Mukarovski’nin öğrencisi Felix Vodiçka edebiyata uyarladı.

Hakimiyet/dominant

Roman Jokopson’un ortaya attığı edebî metnin estetik işlevinden çıkarılmış bir kavramın adıdır. Jakopson’a göre, edebî sanat eseri estetik işlevin yanından başka işlevleri de yerine getirir. Örneğin edebî metnin siyasal, ahlâkî ve bilişsel işlevleri de vardır. Metnin estetik işlevi ile diğer işlevleri arasında ilişki kurmak bazı açılardan sakıncalıdır. Bu sakıncalar ancak hakimiyet (dominant) kavramıyla giderilebilir. Edebî metnin estetik işlevi metinde bulunan siyasal, ahlâkî veya bilişsel işlevlere hükmeden bir işlevdir. Bu hakimiyet estetik işlevin kendine dönüşlülüğü veya kendine gönderge yapması sayesinde gerçekleşir. Hakimiyet sanat eserini oluşturan parçalar üzerinde odaklanmayı gerektirir. Sanat eserinde mevcut kalıcı bileşenlerin biçimini değiştirir. Onları belirler ve onlara hükmeder. Aynı zamanda hakimiyet eserdeki yapı bütünlüğünü güvence altına alır. Bir bakıma eserin sınırlarını çizer.

İfade düzlemi/muhteva düzlemi: expression plane/contend plane

Danimarkalı dilbilimci Louis Hjelmslev’in edebî metinlerde keşfettiği düzlemlerdir. Hjelmslev ifade düzlemi derken edebî metinlerdeki işaretleyicilerin yani kelimelerin fonetik düzeyini kastetmiştir. Muhteva düzlemi ile ise  edebî metinlerdeki işaretlerin semantik ya da anlamsal düzeyini kastetmiştir.

İmalı Okur –Implied Reader- der implizite Leser

            Wolfgang Iser’in anahtar kavramlarından biri de İmalı okur kavramıdır. Bu kavramla Iser, eseri okuyan herhangi bir okurun o eserle birleşen rolünü kasteder. Bu rol üretim gücünün metindeki belirsizlikler sayesinde daimâ teşvik edildiği aktif bir roldür. İmalı okur metinsel bir unsur gibi düşünülebilir. Diğer bir ifadeyle belirli bir metinsel yapı için gereklidir. Metnin semantik gücünün ortaya çıkmasını sağlar. Deneysel bir varlığı yoktur. Tamamen teorik bir kavramdır. Okuma süreçleri esnasında metnin potansiyelini temsil eder. Iser burada yazardan çok okur yaratıcılığını öne çıkarmıştır.

İzomorfizm/isomorphism (Eş biçimcilik)

İzomorfizm, Algirdas Julien Greimas tarafından geliştirilmiş bir terimdir. Greimas bu terimi La linguistique structurale et la poetique (1967) ve Essais de semiotique (1972) başlıklı çalışmlarının giriş kısmanda tartışmıştır. İzmorfizm lirik metinlerin semantik ve fonetik yapısındaki uyumdur. Diğer bir ifadeyle metnin ifade düzeyi ile muhteva düzeyi arasındaki uyumdur. Öreneğin Tevfik Fikret’in Yağmur başlıklı şiiri izomorfizme güzel bir örnektir.

İzotopi/isotophy : yerdeşlik

Herhangi bir anlatının toplu olarak okunmasına imkân veren semantik kategorilerin bir araya yerleştirilmesidir. İzotopi belirli bir metinde hiyerarşik bir şekilde yayınla anlam birimciklerinin sürekliliğine bağlıdır. Metnin hem semantik hem de fonetik yapısıyla ilişkilidir. Greimas izotopileri a) semantik izotopiler b)gramatik izotopiler, c)aktant izotopileri, d)figüratif izotopiler, e) tematik izotopiler olmak üzere beş grupta ele almıştır.

Kanteur- Centaure

Centaure Yunan mitolojisinde gövdesi, kolları ve başıyla insan, vücudu ve ayaklarıyla at olan bir varlıktır. Yani centaure ne insan ne  de attır. İkisinin ortasında bir varlıktır. Biz bu yaratığı boyutlarını, rengini ve özelliklerini istediğimiz gibi hayâl edebiliriz. Yani real ve otonom bir yaratık değildir. Fenomenolojik estetiğe göre edebî eserdeki bir centauredir. Yani gerçek nesne değildir. Aynı şekilde edebî eserdeki değerler de bir centauredir. Yani Edebî eserde geçen nesneler, karakterler ve bu eser vasıtasıyla üretilen değerler gerçek nesne veya gerçek değer değildir. Sözde nesne ve sözde değerlerdir. Çünkü sözde nesne ve sözde değerlerden üretilmiştir. 

Kapalı Okuma –close reading

Anglo-Amerikan Yeni eleştiricileri tarafından geliştirilen bir edebi metin inceleme metodudur. Fransızların metin şerhi ve Almanların hermeneutik anlayışına benzetilebilir. Edebî metnin temelde kendi kendine anlaşılabileceği önermesine dayanır. Kısaca Wellek’in ifadesiyle her edebî eser kendi inceleme yöntemini kendi belirler”. Yeni eleştiriciler kapalı okuma yöntemi sayesinde tamamen metne yönelmişlerdir. Onların bu özelliği edebiyatla neyin iletilmek istendiği ve şiirin niçin yazıldığı sorularını tamamen göz ardı etmelerine sebep olmuştur. Kapalı okuma bizi edebiyatın nasıl yapıldığı sorusuna yani söyleyiş tarzına götürmektedir: üslûp meselesi.

Malzeme/Material

Vezin, kafiye, nazım şekli, kelimeler, edebî sanatlar vb. edebî eseri oluşturan her türlü araç ve gereçtir.

Norm

Belirli bir grup için tipik sayılan modeller veya standartlar demektir. Ahlâkî, yasal, dilbilimsel, ilmî normlar vardır. Ahlâki, yasal ve bilimsel normlar daima uyumu ve itaati emreder. Buna karşılık edebî normlar uyumsuzluğa ve isyana teşvik eder. Edebiyat sanatçısı bu normları kırdığı sürece değerlidir. Modern sanatçı norm kırıcıdır. Mevcut normları kırar. Yerine yeni normlar inşa eder. Modern sanatçı kurulu normlara uyduğu için değil onları kırdığı için değerlidir.

OPAJAZ (ŞADİD)

1916’da St Petersburg’da Wiktor Skovsky, Boris Eikhenbaum, Lev Jakubinsky ve Osip Brik gibi edebiyat teorisyenleri tarafında kurulmuş bir dernekti. Açılımı Şairâne Dil İncelemeleri Derneği demektir. OPAJAZ üyelerine göre edebiyat dilbilimin verilerine bağlı kalmaksızın kendi disiplini içinde araştırılması gereken bir söz sanatıdır. Edebiyata kendi içinden çıkan genel ilkelerle bakılmalıdır. OPAJAZ arazî bir adlandırmadır.

Prag Dilbilim Çevresi (PDÇ) - Cercle Linguistique de Praque ( CLP )

Prag Dilbilim Çevresinin resmî açılış töreni 1926’da yapılmıştır. Roman Jokopson, Jan Mukarovsky, Bohuslav Havranek bu çevrenin en önemli isimleri arasında yer alır. Prag Dilbilim çevresinin üç önemli özelliği vardır: a) Geliştirdikleri teori dilbilimi kaynaklıdır. B) Semiyotik (göstergebilimsel) bir teorisidir . c) Estetik bir teoridir. Kaynakları  Rus Biçimciliğine, Çek Avangart şairlerine, Alman felsefesine ve Hegelci öğretilere dayanır. Hem Jakopson hem de Mukarovsky sanatta kendine dönüşlülük özelliğini kabul etmişlerdir. Her ikisi de söyleyiş tarzıyla ilgilenmişler, metnin nasıl söylendiği sorusunun cevabını aramaya çalışmışlardır.

Semantik Jest/sémantické gesto/semantic gesture

Semantik jest yapısalcıların anahtar kavramlarından birisidir. Bu kavrama yönelik pek çok tanımlama girişimleri olmuştur. Ancak henüz semantik jest’in sınırları tam olarak çizilememiştir. Bu kavramın temeli Imanuel Kantın Jan güzelliğin kavramsal açıdan tanımlanamayacağı düşüncesinden ileri gelir. İlk defa Mukarovski ve öğrencileri tarafından ortaya atılıp geliştirilen bir kavramdır. Semantik jest edebî metnin anlamının sabitlenemeyeceği , anlamın sınırlarının çizilemeyeceği önermesine dayanır. Edebî eser bir takım semantik süreçleri tetikler ve belki onları anlamlı hâle getirir. Semantik jest estetik nesnenin yapılanma süreçlerinde alıcı faaliyetinden veya sanat eserindeki semantik süreçlerden ayrılan bir şey değildir. Metindeki biçimsel ve tematik tabakaların karşılıklı etkileşiminden ileri gelen bir durumdur. Muhtevadaki zorunlu belirsizliktir.

Semiyotik/semiotique: Göstergebilim

İşaretlerin yorumlanmasını, üretilmesini veya işaretleri anlama süreçlerini içeren bütün faktörlerin sistematik bir şekilde incelenmesine dayanan bir bilim dalıdır. Semiyotik disiplinlerarası bir sahadır. Değişik işaret sistemlerine dayayana anlam ve bildirişim konularını inceler. Fransızlar semiyoloji terimini kullanmışlardır. Semiyotik eski Yunancada işaret anlamına gelen semeîon kelimesinden gelir. Modern semiyotik başlıca iki kaynağa dayanır. Bunlardan birincisi Ferdinand de Saussure’ün 1916’da yayımlanan Genel Dilbilim Dersler, ikincisi ise Charles Sanders Peirce’ün yazılarıdır. Kültürel kodlar, gelenekler ve metni anlam süreçlerine göre düzenlenmiş işaret sstemleri diye nitelenen her şey semiyotiğin inceleme alanına girmektedir. Semiyotik bu günkü anlamda ilk defa John Locke tarafından Essays Concerning Human Understanding, 1690) başlıklı eserde kullanılmıştır.

Tezler- Theses

1926’da Prag’da Birinci Uluslar arası Slavistik Kongresinde Prag Dilbilim Dairesinin yayımladığı çok önemli bir eserdir. Tezler de dilin yapısal ve işlevsel problemleri üzerinde durulmuştur. Ferdinand De Saussure’ün senkronik (eşsüremli) yaklaşımı tarihsel bir perspektife yerleştirilmiştir. İletişim dilinin edebî dilden ayrılmasına yönelik bir girişim söz konusudur.

Yapı - Structure

Yapı kavramı metindeki öğelerin her birinin belirli bir anlamın elde edilmesini sağladığını ifade eden Hegelci bütünlük görüşüyle, anlamın, metindeki her öğenin diğer öğelerle karşılıklı ilişkiye girmesi sonucunda elde edilen işlevsel bir bütünlük olduğunu ileri süren Saussurcü dilbilimsel sistem görüşüyle yakından ilişkili bir kavramdır.  Kısaca yapı edebî eserdeki organizasyon ilkelerinin tamamıdır. Yapı edebî eserdeki anlatı, olay örgüsü, tekrarlanan imajlar, motifler ve semboller gibi pek çok değişik unsurdan oluşur. Eserin yapısı bu unsurlardan herhangi birine bağlı olabileceği gibi, bunlardan birinin diğeriyle ilişkisine bağlı olabilir.

Yeni Hegelcilik- Young Hegelianism

Odokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, toplum, din ve ideoloji alanlarında faklı siyasal görüşler taşıyan yeni bir grup ortaya çıktı. Bu grup Hegel’in sistematik düşüncelerinin geçerli olup olmadığını tartışmaya açtı. Bu grupta Karl Marx, Friedrich Engels gibi düşünürlerin yanı sıra çoğunluğu anarşist olan Max Stirner (1806-1856), Arnold Ruge (1803-1880), Ludwig Feuerbach (1804-1872) ve Friedrich Theodor Vischer (1807-1887) gibi isimlerden oluşmaktadır. Bu isimler Hegel’in Hukuk Felsefesi ( Philosophy of Law) ve Tarih Felsefesi (Philosopy of History) başlıklı kitaplarında savunduğu modern devlet düşüncesini yıkmayı öncelikli ilke kabul ettiler. Onlara göre Hegelci devlet sınıf hakimiyetine dayalı, romantik ve dinî esasları benimseyen feodal bir devleti savunmuştur. Yeni Hegelcilere göre, Prusya devleti genel fikri değil belirli sınıfların menfaatlerini savunan yani özeli esas alan bir devlettir. Böylece Hegel’in platonik kökene dayalı felsefî sisteminde ilk ciddi kırılma meydana gelmiştir. Devlete felsefesindeki kırılma beraberinde Hegelci sanat anlayışında da kırılmalara sebep olmuştur. Yeni Hegelcilerin çalışmaları sayesinde sanatta grup ilgisinden çok bireylerin ilgisi öne çıkmıştır. Yeni Hegelcilerin sanat ve edebiyat anlayışları 20 yüzyılda yeniden gündeme gelmiştir. Bilhassa Mikhail Bakhtin, Theodor W. Adorno ve Walter Benjamin’in geliştirdikleri edebiyat eleştiriciliğinde Yeni Hegelcilerin rolü olmuştur.

Tractatus des Signis: İşaret Tezleri

Bu kitap John Poinsot 1589-1644) tarafından kaleme alınmıştır. Semiyotik üzerine yapılmış ilk sistematik incelemedir.

 

Dilbilim  Edebiyat Teorileri    EBT Sözlüğü    Halkevleri    Akademik Çalışmalar

Giriş Sayfası