Dilbilim Edebiyat Teorileri EBT Sözlüğü Halkevleri Akademik Çalışmalar
EDEBİYAT TEORİSİ TERİMLERİ
SÖZLÜĞÜ
(The
Glossary of Literary Theory)
Bu sayfada 20. yüzyılda gelişen modern edebiyat ve eleştiri teorilerine dair bir lügatçe bulacaksınız. Lügatçede 34 tane terim vardır. Terimlerin bazılarına Türkçe karşılık verilmiş, bazılarına ise verilememiştir. Bu bakımdan terimlere verilen Türkçe karşılıklar tartışmaya açıktır.
Ele alınan terimlere yazarın verdiği Türkçe karşılıklara itirazınız varsa ve Türkçe terimin yerine, söz konusu kavramı daha iyi ifade eden bir Türkçe terim öneriyorsanız, önerinizi delilleriyle birlikte mozsari@balikesir.edu.tr adresine gönderebilirsiniz. Göndereceğiniz Türkçe karşılık analiz edilecek, eğer gerekiyorsa sayfamızda yayımlanacaktır.
Bu lügatçe 20. Yüzyıl edebiyat teorileriyle ilgili terimlerin tamamını kapsamamaktadır. Diğer bir ifadeyle, oldukça eksiktir ve geliştirilmeye muhtaçtır. Bu bakımdan 20. yüzyıl edebiyat teorisiyle ilgilenen ziyaretçilerimizin, bu sözlüğe katkı yapabileceklerini bilmelerini istiyoruz. Fakat sitede yer almasını istediğimiz terimlerin Batı dillerindeki karşılığını da lütfen yazmanız gerekir. Aksi takdirde önerdiğiniz terim değerlendirmeye alınmayacaktır.
Bütün eksikliklerine rağmen, lügatçemizin özellikle metin analizleriyle ilgilenenlere yararlı olacağına inanıyoruz.
Anlamlı
Yapı-signifying structure-
Beklenti
Ufku-horizon of expectations-Erwartungshorizont
Bilinçdışılık
(unconsciousness
Dilbilim
ve Şiirsellik ( Linguistics and Poetics)
Dilbilimsel
İşaret /linguistic sign
Dilin
İkili Boğumlanması/ la double articulation du langage
Estetik
Nesne-Aesthetic object
Estetik
özerklik- aesthetic authonomy
Felsefe
Yardımcısı/Ancilla Philosophiae
Fenomenoloji
ve Ontoloji- Phenomenology and ontology
Genetik
Yapısalcılık- genetic structuralism
Güncelleşme
veya somutlaşma- actualisation or concretisation
İfade
düzlemi/muhteva düzlemi: expression plane/contend plane
İmalı
Okur –Implied Reader- der implizite Leser
İzomorfizm/isomorphism
(Eş biçimcilik)
Prag
Dilbilim Çevresi (PDÇ) - Cercle Linguistique de Praque ( CLP )
Semantik
Jest/sémantické gesto/semantic gesture
Semiyotik/semiotique:
Göstergebilim
Yeni
Hegelcilik- Young Hegelianism
Tractatus
des Signis: İşaret Tezleri
Hegel
tarafından kullanılan bir terimdir. Açıklık terimi Hegelci anlamda, sanatkârâne
işaretin tek anlamlı ya da tek yanlı birliğinden ileri gelen uyuma bağlı
olarak sanattaki malzemesel biçim ile kavramsal içerik arasındaki uyum
demektir.
Aktant,
semiyotikte, hikâyedeki değişik karakterler tarafından gerçekleştirilen önemli
işlevlere ve rollere işaret eden bir terimdir. Bu işlevleri veya rolleri
insanlar, hayvanlar ya da basit nesneler yapabilir. Greimas’ın teorisine göre
aktantların esas işlevleri üç grupta toplanır: Özne-Nesne, Gönderici-Alıcı,
Yardımcı-Muhalif. Greimas, aktantı, bu kavramı özne veya nesne olabilen cümlesel
(syntactic) işlev anlamında kullanan Fransız dilbilimci Lucien Tesniére’den
almıştır.
Lucien
Goldmann’ın keşfettiği önemli terimlerden birisidir. Hem Hegelci düzeyde
hem de hermeneutik düzeyde ele alınabilir. Metindeki her bir parçanın genel
bağlam ve genel anlamla ilişkili olarak açıklanması anlamına gelir.
Metindeki her öğe, kısmen veya karşılıklı olarak metnin tutarlı bütünün
küçültülmüş bir parçasını verir. Dolayısıyla metindeki her öğe
genel bağlamla ilişkisi ölçüsünde açıklanmalıdır. Öğenin anlamı bir
bütün olarak gördüğümüz eserin tutarlı yapısına bağlıdır.
Çözülemez
nitelikteki felsefî bir meseleyi belirlemek için kullanılan eski Yunanca bir
kelimedir. Sokratçı (Socratic)
metodun asıl amacı bir meseleyi aporia ile yüz yüze getirmektir. Sorgulayıcı
bilmediği herhangi bir meseleyi ancak aporiayla ortaya koyabilir. Bilinmeyenin
ortaya konulması bölümler halinde yapılması gereken bir araştırmanın başlangıcını
oluşturur. Aristo’ya göre, aporia birbiriyle çelişen iddiaların dengeli
bir geçerliliğini ortaya koyar.
Bilgi
Sosyolojisinin kurucus Karl Mannheim tarafından kullanılan bir terimdir.
Mannheim’e göre beklenti ufku “sanat eserinin anlaşıldığı, yeniden
yorumlandığı, çağdaş problemlere, ihtiyaçlara ve uygulamalara uyarlandığı
tarihsel bağlamı ifade eder. Edebî metinlerin yeni beklenti ufuklarına
uyarlanması, eskinin yeniyle tekyanlı bir entegrasyonu değil, eski olgularla
günümüz olgularının daimî diyaloğunu gösterir. Mannheim bu terimi
belirli bir sosyla grubun bakış açısına göre sınırları çizilen değerlerin,
normların ve ilgilerin bir bütünü anlamına gelen dünya görüşü (word
view) terimiyle birleştirdi. Beklenti ufkunun a) edebî ya da estetik, b)
psikolojik, c) sosyal olmak üzere üç ayrı bileşeni vardır.
Bilinçdışılık
(unconsciousness)
Bakhtin’in
keşfettiği önemli kavramlardan birisidir. Bilinç ile bilinçsizlik, rüya
ile uyanıklık arasındaki erimeden ileri gelen eleştirel ve özgür bir
ilkedir. Akıldışılık kavramına göre, günlük mantıkta kadının döllenmesini
sağlayan erkeklik organının ucu imajı fantastik birleşmeler dünyasında düşünülmesi
gereken bir imajdır. Erkeklik organı topografik bir karakterdedir. Benzer bir
durum kilise çanlarının asılı durduğu kulelerde de görülür. Kilise
kulesi yukarıya, maverâya, cennete doğru yönelen bir karaktere sahiptir.
Erkeklik organı yukarıya yönelmek suretiyle (vücut açısından alt tabaka)
kadının içine (tekrar vücudun alt bölümüne) geçer. Akıldışı bir şekilde
gerçekleşen bu döngü zıtlıkların oluşturduğu diyalektik birlikten başka
bir şey değildir.
Roman
Jokopson’un 1960’ta yayımlanan bir makalesinin başlığıdır. Jakopson bu
makalede dilin altı işlevinden söz etmiştir. 1. Duygusal İşlev: Mejajın gönderici
ile bağlantısını sağlayan işlevdir. 2.Konatatif İşlev: Dilin alıcı ile
gönderici arasındaki ilişkisine dayalı işlevidir. 3. Üst Dil İşlevi:
Dilin kodlara doğru yönelen işlevidir. 4. Fatik İşlev: Dilin temas vasıtasına
yönelen işlevidir. 5. Göndergesel İşlev: Dilin iletişim bağlamını
belirleyen işlevidir. 6. Şiirsellik İşlevi: Dilde mesajın sınırlarını
belirleyen işlevdir.
Ferdinand
de Saussure’ün ortaya attığı bir teoridir. İşaretleyen(signifier/signifiant)
ve işaretlenenden (signified/signifié) oluşur. İşaretleyen ve işaretlenenin
keyfi olarak birleşiminden meydana gelen bütünlük demektir. Bu iki unsurun
birleşiminden meydana gelen keyfî karakter aynı zamanda işaretleyen ile işâretlenenin
özerkliğini güvence altına alır. İşaretleyen kavrama indirgenemez.
Dildeki fonetik birimlerdir. İşaretlenen ise dildeki fonetik birimlerin
zihnimizde bıraktığı kavramlardır.
Saussure’ü
takip eden bir dilbilimci olan André Martinet’in geliştirdiği bir teoridir.
Martinet Saussure’ün dilbilimsel işaret teorisine bağlı olarak dilin
birbirini tamamlayan fakat özerk düzeyde iki işlevi olduğunu belirtir. Bu düzeylerden
biri dildeki işaretleyenlerin veya fonetik birimlerin düzeyi. İkincisi ise işaretlenenlerin
veya semantik birimlerin düzeyi. Martinet bu iki düzeyi dilin ikili boğumlanması
diye adlandırır.
Mukarovski’nin
kullandığı bir terimdir. Mukarovski sanat eserini bir estetik nesne olarak
kabul eder. Mukarovski’ye göre estetik nesne müşterek düşünceye dayalı
bir kavramdır. Sanat eserinin belirli bir sosyal bağlamdaki müşterek yorumu
demektir. Bu yorum tarihsel açıdan değişebilir niteliktedir. Örneğin Yunus
Emre’nin şiirleri farklı dönemlerde farklı bağlamlarda farklı anlamlarda
okunmuştur.
Estetik özerklik
teriminin kökeni Imanuael Kant’ın Hüküm Eleştirisi (Critique of Judgement)
eserine dayanır. Kant’ın güzelliğin kavramsallaştırılamayacağı görüşü
temel alınır. Şiirde ifade etme tarzına yönelme demektir. Lirik metinlerin
felsefeden gelen bir takım kavramlar yoluyla açıklanamayacağı görüşü
esas alınır. Şiiri kendine has (sui generis) bir varlık olarak tahlil etme
esastır. Sanat ve edebiyat eserlerinin yegânelik özelliğinin vurgulanması
ve sanatın ve edebiyatın tarihî, felsefî ve sosyal fikir çıkarılamayacağı
önermesi estetik özerkliği savunanların çıkış noktasını oluşturur.
Alman
romantiklerinin Hegel’i eleştirmek için kullandıkları bir Latince
terimdir. Kısaca felsefe yardımcısı demektir. Alman romantiklerine göre
Hegel sanat kavramsal düşünceyle birleştirmekle sanatın değerini düşürmüştür.
Sanatı felsefenin bir yardımcısı durumuna getirmiştir. Halbuki sanat
felsefenin bir alt alanı değildir. İdeal dünyanın en yüksek potansiyeli
olan sanat felsefeyle eş değerdedir. Bazen felsefenin de üzerinde yer alır.
Ancak sanat özeli felsefe geneli amaçlar. Bu bakımdan sanatı felsefenin yardımcı
olarak görmek doğru değildir.
Fenomenoloji
Edmund Husserl (1859-1938) tarafından geliştirilmiş bir edebî felsefî akımdır.
Husserl bütün realitelere saf fenomenler olarak bakmıştır. Husserl öğrencisi
Roman Ingarden fenomenoloji ile ontoloji arasında açık bir ayrımdan yola çıkmıştır.
İngarden’e göre fenomenoloji şeylerin algılanışının araştırılması,
ontoloji ise şeylerin özünün araştırılmasıdır. İngardern, edebiyatın
ontolojisini geliştirmek ve edebî eserlerin yapısını tarif etmekle işe başladı.
Alman
teoriysen Wolfgang Iser tarafından keşfedilen bir terimdir. Iser’e göre
edebî metinlerin dışa vurduğu ve farklı okurlar tarafından farklı
anlamlara çevrilebilen belirsiz, anlamsal, anlatısal ve sentaktik uyarıcı
demektir. Iser global etkiye bağlı olarak üç terimden daha söz eder
Repertuar-the
repertoire: Belirli bir toplumdaki siyaset, din ve felsefe gibi gayri edebî
sistemlerin edebî metinlerle rabıtasını biçimlendiren edebî veya gayri
edebî gelenekler, normlar veya değerler sistemidir. Toplumdaki sosyal
sistemler ve edebî geleneklerden seçilmiş
malzemeler metnin asıl repertuarını oluşturur. Repertuar kurgu ile realite
arasındaki boşluğu gidermek vazifesini yerine getiren bir köprü vazifesini
yapar.
Strateji:
strategies: Repertuar yukarıdaki köprü görevini yerine getirmek için
bir takım stratejiler uygular. Bu durumda strateji anlatıcılar veya yazarlar
tarafından metne uyarlanan ve metinde uygulanan anlam verme veya anlatma
teknikleridir. Örneğin şiirde seçilen vezin veya romanda tercih edilen vaka
kalıbı sanatçının bir stratejisinden başka bir şey değildir. Bu tür
stratejiler olayların akışında ve sonuca varılmasında okura rehberlik
yapar.
Gerçekleşme-
realisation: Iser bu terimle okur tepkisinin semantik boşlukları doldurucu
bir süreç değil, yaratıcı bir süreç olduğunu düşündü. Gerçekleşme
okurun ürettiği metinsel anlamdır.
Romanyalı
teoriysen Lucien Goldmann (1913-1970)tarafından geliştirilen bir metin
inceleme yöntemidir. Goldmann düşünceleri
Kant, Marx ve Lukacs’a dayanır. Tutarlı bir sistem olarak gördüğü
felsefe ile sosyoloji ilişkisinden hareket eder ve fikirlerini genetik yapısalcılık
olarak formülleştirmiştir. Bu teoretik ve metodik yaklaşım her türlü düşüncenin
sistematik bir şekilde düşünülen nesne olarak kabul dilen kişi ile
soyutluk arasında bağ kurmaya meyilli olduğu ideasını temel alır.
Rus
edebiyat teorisyeni Mikhail Bakhtin’in edebî metinlere uyarladığı bir
terimdir. Edebî eserdeki güzelliğin mukabili olmayan fakat kararsız bir güzellik-çirkinlik
tezadı içindeki güzel-çirkin zıtlığının ihlâline dayanan bir estetik
ölçüttür. Bakhtin, grotesk anlayışında zıtlıkların oluşturduğu
diyalektik bir birlikten yola çıkar. Bu kavram 19. Yüzyıl Yeni Hegelcilerden
alınmış bir kavramdır.
Bu terimleri ilk defa Polonyalı edebiyat eleştirmeni Roman Ingarden kullandı. Ingarden bu terimleri bir edebî eserin bütün düzeylerine yönelik yapılan sistematik yoruma dayalı olarak eserdeki semantik gücün gerçekleşmesi/ortaya çıkması anlamında kullandı. Somutlaşmanın estetik nesneden ileri gelen bireysel veya müşterek faaliyet olduğu söylenebilir. Bu terimleri Mukarovski’nin öğrencisi Felix Vodiçka edebiyata uyarladı.
Roman Jokopson’un ortaya attığı edebî metnin estetik işlevinden çıkarılmış bir kavramın adıdır. Jakopson’a göre, edebî sanat eseri estetik işlevin yanından başka işlevleri de yerine getirir. Örneğin edebî metnin siyasal, ahlâkî ve bilişsel işlevleri de vardır. Metnin estetik işlevi ile diğer işlevleri arasında ilişki kurmak bazı açılardan sakıncalıdır. Bu sakıncalar ancak hakimiyet (dominant) kavramıyla giderilebilir. Edebî metnin estetik işlevi metinde bulunan siyasal, ahlâkî veya bilişsel işlevlere hükmeden bir işlevdir. Bu hakimiyet estetik işlevin kendine dönüşlülüğü veya kendine gönderge yapması sayesinde gerçekleşir. Hakimiyet sanat eserini oluşturan parçalar üzerinde odaklanmayı gerektirir. Sanat eserinde mevcut kalıcı bileşenlerin biçimini değiştirir. Onları belirler ve onlara hükmeder. Aynı zamanda hakimiyet eserdeki yapı bütünlüğünü güvence altına alır. Bir bakıma eserin sınırlarını çizer.
Danimarkalı
dilbilimci Louis Hjelmslev’in edebî metinlerde keşfettiği düzlemlerdir.
Hjelmslev ifade düzlemi derken edebî metinlerdeki işaretleyicilerin yani
kelimelerin fonetik düzeyini kastetmiştir. Muhteva düzlemi ile ise
edebî metinlerdeki işaretlerin semantik ya da anlamsal düzeyini
kastetmiştir.
Wolfgang Iser’in anahtar kavramlarından biri de İmalı okur kavramıdır.
Bu kavramla Iser, eseri okuyan herhangi bir okurun o eserle birleşen rolünü
kasteder. Bu rol üretim gücünün metindeki belirsizlikler sayesinde daimâ teşvik
edildiği aktif bir roldür. İmalı okur metinsel bir unsur gibi düşünülebilir.
Diğer bir ifadeyle belirli bir metinsel yapı için gereklidir. Metnin semantik
gücünün ortaya çıkmasını sağlar. Deneysel bir varlığı yoktur. Tamamen
teorik bir kavramdır. Okuma süreçleri esnasında metnin potansiyelini temsil
eder. Iser burada yazardan çok okur yaratıcılığını öne çıkarmıştır.
İzomorfizm/isomorphism
(Eş biçimcilik)
İzomorfizm,
Algirdas Julien Greimas tarafından geliştirilmiş bir terimdir. Greimas bu
terimi La linguistique structurale et la poetique (1967) ve Essais de semiotique
(1972) başlıklı çalışmlarının giriş kısmanda tartışmıştır. İzmorfizm
lirik metinlerin semantik ve fonetik yapısındaki uyumdur. Diğer bir ifadeyle
metnin ifade düzeyi ile muhteva düzeyi arasındaki uyumdur. Öreneğin Tevfik
Fikret’in Yağmur başlıklı şiiri izomorfizme güzel bir örnektir.
Herhangi
bir anlatının toplu olarak okunmasına imkân veren semantik kategorilerin bir
araya yerleştirilmesidir. İzotopi belirli bir metinde hiyerarşik bir şekilde
yayınla anlam birimciklerinin sürekliliğine bağlıdır. Metnin hem semantik
hem de fonetik yapısıyla ilişkilidir. Greimas izotopileri a) semantik
izotopiler b)gramatik izotopiler, c)aktant izotopileri, d)figüratif izotopiler,
e) tematik izotopiler olmak üzere beş grupta ele almıştır.
Centaure
Yunan mitolojisinde gövdesi, kolları ve başıyla insan, vücudu ve ayaklarıyla
at olan bir varlıktır. Yani centaure ne insan ne
de attır. İkisinin ortasında bir varlıktır. Biz bu yaratığı
boyutlarını, rengini ve özelliklerini istediğimiz gibi hayâl edebiliriz.
Yani real ve otonom bir yaratık değildir. Fenomenolojik estetiğe göre edebî
eserdeki bir centauredir. Yani gerçek nesne değildir. Aynı şekilde edebî
eserdeki değerler de bir centauredir. Yani Edebî eserde geçen nesneler,
karakterler ve bu eser vasıtasıyla üretilen değerler gerçek nesne veya gerçek
değer değildir. Sözde nesne ve sözde değerlerdir. Çünkü sözde nesne ve
sözde değerlerden üretilmiştir.
Anglo-Amerikan
Yeni eleştiricileri tarafından geliştirilen bir edebi metin inceleme
metodudur. Fransızların metin şerhi ve Almanların hermeneutik anlayışına
benzetilebilir. Edebî metnin temelde kendi kendine anlaşılabileceği önermesine
dayanır. Kısaca Wellek’in ifadesiyle her edebî eser kendi inceleme yöntemini
kendi belirler”. Yeni eleştiriciler kapalı okuma yöntemi sayesinde tamamen
metne yönelmişlerdir. Onların bu özelliği edebiyatla neyin iletilmek
istendiği ve şiirin niçin yazıldığı sorularını tamamen göz ardı
etmelerine sebep olmuştur. Kapalı okuma bizi edebiyatın nasıl yapıldığı
sorusuna yani söyleyiş tarzına götürmektedir: üslûp meselesi.
Vezin, kafiye, nazım şekli, kelimeler, edebî sanatlar vb. edebî eseri oluşturan her türlü araç ve gereçtir.
Belirli bir
grup için tipik sayılan modeller veya standartlar demektir. Ahlâkî, yasal,
dilbilimsel, ilmî normlar vardır. Ahlâki, yasal ve bilimsel normlar daima
uyumu ve itaati emreder. Buna karşılık edebî normlar uyumsuzluğa ve isyana
teşvik eder. Edebiyat sanatçısı bu normları kırdığı sürece değerlidir.
Modern sanatçı norm kırıcıdır. Mevcut normları kırar. Yerine yeni
normlar inşa eder. Modern sanatçı kurulu normlara uyduğu için değil onları
kırdığı için değerlidir.
1916’da St
Petersburg’da Wiktor Skovsky, Boris Eikhenbaum, Lev Jakubinsky ve Osip Brik
gibi edebiyat teorisyenleri tarafında kurulmuş bir dernekti. Açılımı Şairâne
Dil İncelemeleri Derneği demektir. OPAJAZ üyelerine göre edebiyat dilbilimin
verilerine bağlı kalmaksızın kendi disiplini içinde araştırılması
gereken bir söz sanatıdır. Edebiyata kendi içinden çıkan genel ilkelerle
bakılmalıdır. OPAJAZ arazî bir adlandırmadır.
Prag Dilbilim
Çevresinin resmî açılış töreni 1926’da yapılmıştır. Roman Jokopson,
Jan Mukarovsky, Bohuslav Havranek bu çevrenin en önemli isimleri arasında yer
alır. Prag Dilbilim çevresinin üç önemli özelliği vardır: a) Geliştirdikleri
teori dilbilimi kaynaklıdır. B) Semiyotik (göstergebilimsel) bir teorisidir .
c) Estetik bir teoridir. Kaynakları Rus
Biçimciliğine, Çek Avangart şairlerine, Alman felsefesine ve Hegelci öğretilere
dayanır. Hem Jakopson hem de Mukarovsky sanatta kendine dönüşlülük özelliğini
kabul etmişlerdir. Her ikisi de söyleyiş tarzıyla ilgilenmişler, metnin nasıl
söylendiği sorusunun cevabını aramaya çalışmışlardır.
Semantik jest yapısalcıların anahtar kavramlarından birisidir. Bu kavrama yönelik pek çok tanımlama girişimleri olmuştur. Ancak henüz semantik jest’in sınırları tam olarak çizilememiştir. Bu kavramın temeli Imanuel Kantın Jan güzelliğin kavramsal açıdan tanımlanamayacağı düşüncesinden ileri gelir. İlk defa Mukarovski ve öğrencileri tarafından ortaya atılıp geliştirilen bir kavramdır. Semantik jest edebî metnin anlamının sabitlenemeyeceği , anlamın sınırlarının çizilemeyeceği önermesine dayanır. Edebî eser bir takım semantik süreçleri tetikler ve belki onları anlamlı hâle getirir. Semantik jest estetik nesnenin yapılanma süreçlerinde alıcı faaliyetinden veya sanat eserindeki semantik süreçlerden ayrılan bir şey değildir. Metindeki biçimsel ve tematik tabakaların karşılıklı etkileşiminden ileri gelen bir durumdur. Muhtevadaki zorunlu belirsizliktir.
İşaretlerin
yorumlanmasını, üretilmesini veya işaretleri anlama süreçlerini içeren bütün
faktörlerin sistematik bir şekilde incelenmesine dayanan bir bilim dalıdır.
Semiyotik disiplinlerarası bir sahadır. Değişik işaret sistemlerine
dayayana anlam ve bildirişim konularını inceler. Fransızlar semiyoloji
terimini kullanmışlardır. Semiyotik eski Yunancada işaret anlamına gelen
semeîon kelimesinden gelir. Modern semiyotik başlıca iki kaynağa dayanır.
Bunlardan birincisi Ferdinand de Saussure’ün 1916’da yayımlanan Genel
Dilbilim Dersler, ikincisi ise Charles Sanders Peirce’ün yazılarıdır. Kültürel
kodlar, gelenekler ve metni anlam süreçlerine göre düzenlenmiş işaret
sstemleri diye nitelenen her şey semiyotiğin inceleme alanına girmektedir.
Semiyotik bu günkü anlamda ilk defa John Locke tarafından Essays Concerning
Human Understanding, 1690) başlıklı eserde kullanılmıştır.
1926’da
Prag’da Birinci Uluslar arası Slavistik Kongresinde Prag Dilbilim Dairesinin
yayımladığı çok önemli bir eserdir. Tezler de dilin yapısal ve işlevsel
problemleri üzerinde durulmuştur. Ferdinand De Saussure’ün senkronik (eşsüremli)
yaklaşımı tarihsel bir perspektife yerleştirilmiştir. İletişim dilinin
edebî dilden ayrılmasına yönelik bir girişim söz konusudur.
Yapı kavramı
metindeki öğelerin her birinin belirli bir anlamın elde edilmesini sağladığını
ifade eden Hegelci bütünlük görüşüyle, anlamın, metindeki her öğenin
diğer öğelerle karşılıklı ilişkiye girmesi sonucunda elde edilen işlevsel
bir bütünlük olduğunu ileri süren Saussurcü dilbilimsel sistem görüşüyle
yakından ilişkili bir kavramdır. Kısaca
yapı edebî eserdeki organizasyon ilkelerinin tamamıdır. Yapı edebî
eserdeki anlatı, olay örgüsü, tekrarlanan imajlar, motifler ve semboller
gibi pek çok değişik unsurdan oluşur. Eserin yapısı bu unsurlardan
herhangi birine bağlı olabileceği gibi, bunlardan birinin diğeriyle ilişkisine
bağlı olabilir.
Odokuzuncu yüzyılın
ikinci yarısında, toplum, din ve ideoloji alanlarında faklı siyasal görüşler
taşıyan yeni bir grup ortaya çıktı. Bu grup Hegel’in sistematik düşüncelerinin
geçerli olup olmadığını tartışmaya açtı. Bu grupta Karl Marx, Friedrich
Engels gibi düşünürlerin yanı sıra çoğunluğu anarşist olan Max Stirner
(1806-1856), Arnold Ruge (1803-1880), Ludwig Feuerbach (1804-1872) ve Friedrich
Theodor Vischer (1807-1887) gibi isimlerden oluşmaktadır. Bu isimler
Hegel’in Hukuk Felsefesi (
Philosophy of Law) ve Tarih Felsefesi
(Philosopy of History) başlıklı kitaplarında savunduğu modern devlet düşüncesini
yıkmayı öncelikli ilke kabul ettiler. Onlara göre Hegelci devlet sınıf
hakimiyetine dayalı, romantik ve dinî esasları benimseyen feodal bir devleti
savunmuştur. Yeni Hegelcilere göre, Prusya devleti genel fikri değil belirli
sınıfların menfaatlerini savunan yani özeli esas alan bir devlettir. Böylece
Hegel’in platonik kökene dayalı felsefî sisteminde ilk ciddi kırılma
meydana gelmiştir. Devlete felsefesindeki kırılma beraberinde Hegelci sanat
anlayışında da kırılmalara sebep olmuştur. Yeni Hegelcilerin çalışmaları
sayesinde sanatta grup ilgisinden çok bireylerin ilgisi öne çıkmıştır.
Yeni Hegelcilerin sanat ve edebiyat anlayışları 20 yüzyılda yeniden gündeme
gelmiştir. Bilhassa Mikhail Bakhtin, Theodor W. Adorno ve Walter Benjamin’in
geliştirdikleri edebiyat eleştiriciliğinde Yeni Hegelcilerin rolü olmuştur.
Bu kitap John Poinsot 1589-1644)
tarafından kaleme alınmıştır. Semiyotik üzerine yapılmış ilk sistematik
incelemedir.
Dilbilim Edebiyat Teorileri EBT Sözlüğü Halkevleri Akademik Çalışmalar