Atatürk’ün
Samsun’a çıkışı hakkında bazı tespit ve değerlendirmeler
Prof. Dr. Metin AYIŞIĞI
Atatürk’ün
Samsun’a çıkışı hiç kuşkusuz İstiklal Savaşı Tarihimizin en önemli dönüm
noktalarından biridir. Ancak O’nun Samsun’a çıkışı ve görevlendirilmesi ile ilgili
olarak gerçek dışı yorumlar da yapılmakta; konu başka ve ilgisiz yerlere
çekilmektedir. Oysa gerçekler Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve ATASE Arşivinde
bulunan belgelerle ortaya çıkmıştır.
Zaman zaman “Resmî tarihi” reddedilip, “Gerçek tarihi yazmak” bahanesiyle,
Mustafa Kemal Atatürk ve onun kurduğu Cumhuriyet tek taraflı olarak yargılanıp,
tartışılmaktadır. Elbette “Resmî tarih” olarak nitelenen kitaplar, eserler
incelenmeli, eleştirilmeli, hataları bulunup, artık gereksiz hale gelen abartma
ve yorumlardan arındırılmalıdır. Yani Tarih, olması gerektiği gibi objektif,
tek yanlı değil, çok yönlü yazılmalıdır. Buna da kimsenin itirazı olamaz
herhalde.
Böylesi bir
liderin “Vicdanımda milli bir sır olarak sakladım” dediği büyük mücadelede
temkinli ve dikkatli olması elzemdi. Öyle de oldu. Padişah ve Damat Ferit’in
tüm engellemelerine, kayıtsızlıklarına karşın Milli Mücadeleyi başarıya
ulaştırdı.
1919 yılı
Mayısının 19 uncu günü Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Paşa, genel durum ve
görünüşü şöyle tasvir ediyordu : “Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu
topluluk, Genel Savaşta yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmis,
koşulları ağır bir "Ateşkes Anlaşması" imzalanmış. Büyük Savaşın uzun
yılları boyunca, millet yorgun ve yoksul bir durumda. Milleti ve yurdu Genel
Savaşa sürükleyenler, kendi başlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar.
Padişah ve Halife olan Vahdettin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını
koruyabileceğini umduğu alçakça yollar araştırmakta. Damat Ferit Paşa'nın
başkanlığındaki Hükümet, güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın isteklerine
uymuş ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun
eğmiş. Ordunun elinden silâhları ve
cephanesi alınmış ve alınmakta...
İtilâf
devletleri, Ateşkes Anlaşması hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar.” [1]
O halde,
kurtuluş yolu ararken iki şey söz konusu olmayacaktı. Önce, İtilâf devletlerine
karşı düşmanca tavır alınmayacak; sonra, Padişah ve Halifeye canla başla bağlı
ve sadık kalmak temel şart olacaktı.[2]
Bilindiği
üzere Mütareke Türkiyesi’nin en huzursuz
bölgelerinden biri de Samsun bölgesidir. Bölgenin etnik yapısı, harp içinde
yaşadığı hadiseler (Ermeni ve Rum tehciri) ve Pontusçu
hazırlıklar bu huzursuzluğun başlıca kaynakları idi. Bölgede, harbin
başlangıcından beri sürüp gelen çete faaliyetine, mütareke siyasî renk vermeye
başlamıştı. Çoğu Rum olmak üzere elli kadar çete, Samsun bölgesi içinde huzur
ve asayişi büyük ölçüde sarsmış bulunuyordu. Tüm bu özellikleriyle, daha
mütarekenin ilk ayından itibaren, Samsun bölgesi, İstanbul’daki İngiliz
Kumandanlığının dikkatini çekmiştir.
Samsun,
ayrıca strateji bakımından da büyük önem taşıyordu. Karadeniz’in güney
kıyılarında, Orta Anadolu’ya açılan ve rahat kapı şüphesiz Samsun limanı idi.
Kuzeyden Anadolu içerilerine sarkmak isteyenler için bu kapı elde
bulundurulmalı veya en azından güvenliği sağlanmalıydı.
Mustafa
Kemal Paşa'nın, IX. Ordu müfettişliğine atanmasının başlıca nedeni de bu
yöredeki Rumları, orada yaşayan Türklere karşı korumak ve Anadolu'da kurulmakta
olan millî cemiyetleri dağıtmaktı. Onun bu göreve atanmasındaki isabetlilik,
şahsî kaygı ve korkuların açık şekilde ön plâna çıktığı günlerde "Millî
Mukavemet" fikrini en üst düzeyde düşünen ve bunun uygulaması için çaba
gösteren kişi olmasından kaynaklanmaktaydı. O daha İstanbul'a gelmeden önce
sahip olduğu bu düşüncesini bir sır gibi vicdanında saklamış; Anadolu
topraklarına ayak basar basmaz bu düşüncesini uygulamaya başlamıştır [3]
İtilaf Devletleri, Mondros Mütarekesi’nin tam olarak uygulanmadığı düşüncesiyle, Türkiye’de bulunan temsilcilerinin dikkatini çekerek, Mütareke
maddelerinin tam olarak uygulanmasının gerçekleştirilmesi hususunda Osmanlı
Hükümeti’nin ikaz edilmesini istiyorlardı.
Nitekim
mütarekenin hemen ardından, Fransız amirali tarafından Osmanlı Hükümetine
gönderilen mektupta, Samsun’da mütareke maddelerinden bazılarının tatbik
edilmediğinden şikayet ediyordu.[4]. 2 Aralık 1918’de
Fransız amirali, Samsun’da mütareke hükümlerinden bazılarının uygulanmadığına
dair şikayeti içeren bir mektubu Osmanlı Hükümeti’ne verdi [5]. Bunun üzerine Harbiye
Nezareti, gereken işlemin yapılmasını Hariciye Nezaretine bildirerek, durumun
araştırılmasını istedi [6].
Aslında
Fransız ve İngilizlerin şikayetine söz konusu olan “mütarekeyi ihlal meselesi”
Rumların taşkınlıklarına karşı Türklerin karşı koymasıydı. Çünkü Rum çeteleri
İngilizlerin Samsun’a asken çıkarmalarından sonra daha da azıtmışlar, savunmasız
masum Müslüman köylerine saldırarak halkı katl etmeye
başlamışlardı. İşte bu gelişmeler karşısında bölge insanı kendini savunmak
zorunda kalmıştı.
İtilaf
devletlerinin şikayet ettikleri bir başka konu da, mütareke gereği
salıverilmeleri gereken Samsun bölgesindeki savaş esirlerinin terhisi konusunda
Osmanlı Hükümeti’nin yavaş davranması idi. Bunun üzerine Dahiliye Nezareti
konuyu araştırmak için Canik mutasarrıflığı ile
temasa geçti. Gelen cevapta, liva dahilinde tek bir harp esiri bile bulunmadığı
ve alınan emir gereğince 1282 den 1300 doğumlulara kadar bütün askerin terhis
edilmiş olduğu bildiriliyordu [7]. Rumları katl etmek üzere Müslüman halkın silahlandırılmış olduğu
iddiası da asılsızdı. Gerçekten de ülkenin içinde bulunduğu şartlar vahimdi.
İtilaf devletlerinin Osmanlı Hükümeti üzerindeki baskıları gittikçe artıyor,
mütareke hükümleri her fırsatta ihlal ediliyordu. Bu gelişmeleri yerinde
incelemek ve tedbirler almak üzere bölgeye güçlü bir komutanın gönderilmesi
gündeme gelmişti. Bu görev için , yani Dokuzuncu ordu müfettişliği için uygun
görülen kumandan Mustafa Kemal Paşa’nın gönderilmesine rıza gösteren kişilerden
biri de Damat Ferit’ttir. Onun açık görevi,
gönderileceği bölgede asayişi sağlamaktı.
Nihayet,
İngilizlerin tahrikiyle Türk makamlarının dikkati de Samsun bölgesine çevrilmiş
oluyordu. Bölgede asayişsizlik ve Türk halkın Rumlara karşı silahlandırıldığı
hakkında İngiliz Yüksek Komiserliğinin ve Karadeniz Ordusu Başkumandanlığının
bitip tükenmeyen ve son günlerde artan şikayetlerini önlemek gerekiyordu. Bunun
için de tek çıkar yol, olağanüstü yetkilerle, muktedir ve güvenilir bir
kumandanı Samsun’a göndermekti. Bu sıralarda Türk Genel Kurmayı, ordu
müfettişlikleri kurulmasını düşünmekte idi. Kaldırılan ordu kumandanlıklarının
yerini dolduracak olan bu müfettişlikler, normal olarak tâlim ve terbiye ile
uğraşmaktan başka, ötede beride dağınık bulunan silah ve cephaneyi depolarda
toplayacak ve bölgelerindeki asayiş ve inzibatı sağlayacaklardı. İngiliz
kumandanlığı Kurmayı ile bu hususta anlaşmaya varılmıştı. O halde Samsun’a
gönderilecek kumandan bir ordu müfettişi olabilirdi.
Daha önce de
belirtildiği üzere, özellikle İngilizler, Karadeniz Bölgesi’nde asayiş ve huzur
sağlanmadığı takdirde buraları da işgal etmek zorunda olacaklarını ifade eden
bir notayı Osmanlı Hükümetine vermişlerdi. Bu gelişme üzerine Ferit Paşa,
İngiliz siyasi temsilcisi ile görüşmüş, sonra da Dahiliye Nazırı Mehmet Ali
Bey’in görüşünü almıştı. Mehmet Ali Bey, bölgeye, geniş yetkilerle Mustafa
Kemal Paşa’nın gönderilmesini tavsiye etti. Gelişmelerin seyrine
bakılırsa, kendisinin daha önceden
Mustafa Kemal Paşa ile görüştüğü, bu konuyu ona da açmış olduğu
anlaşılmaktadır. Onun hakkında iyi izlenimleri vardı. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa
İttihatçı da değildi. Esasen Hürriyet-İtilafçılar da, Paşayı kendi saflarında
görmek isteyerek ona önemli görevler vermek istiyorlardı
Ancak hem
Damat Ferit’e, hem de müttefiklere kanaat geldikten sonradır ki, Harbiye
Nezareti’nce, Mustafa Kemal Paşa’nın, Dokuzuncu Ordu müfettişliğine tayin emri
çıkmış, irade-i seniyye alınmak üzere bu konu sadaret makamına bildirilmişti.
Mustafa
Kemal Paşa, Harbiye Nazırı Şakir Paşa ve Sadrazam Damat Ferit’in imzaları
ve Sultan Vahdettin’in 30 Nisan
1919 tarihli iradesiyle IX. Ordu Kıtaatı Müfettişi sıfatı ile Samsun ve çevresinde asayişin sağlanması amacıyla
görevlendirildi[8].
Ancak hem
Damat Ferit’e, hem de müttefiklere kanaat geldikten sonradır ki, Harbiye
Nezareti’nce, Mustafa Kemal Paşa’nın, Dokuzuncu Ordu müfettişliğine tayin emri
çıkmış, irade-i seniyye alınmak üzere bu konu sadaret makamına bildirilmişti. Aslında
bu irade-i seniyyenin
tarihi de 30 Nisan 1919’dur [9]. Nihayet Mustafa Kemal
Paşa’nın vazifeleri hakkında Meclis-i Vükelada kaleme alınan talimatname sureti
kendisine gönderilmiş ve hareketini çabuklaştırması gerektiği bildirilmiştir [10]
Daima milleti ve ülkesini kurtarma
düşüncesiyle dolu olan Mustafa Kemal Paşa, Hükümete
göre Samsun ve çevresinde Türklerin, Rumlara yaptıkları
iddia edilen sözde katliam ve baskıları ortadan kaldırarak, asayişi sağlaması
için askerî ve sivil yetkilerle donatılmıştı. Harbiye Nezareti’nden,
Sadaret’e
gönderilen görevlendirme yazısında, lağvedilmiş olan Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa’nın, IX.
Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne tayin edildiği ve III.
ve XV. Kolorduların mıntıkaları içerisinde bulunan Sivas, Van, Trabzon, Erzurum Vilayetleri ile, Samsun Sancağı’nın adı geçen
kumandanın görev alanı içerisinde olduğu için buraların konu ile ilgili
bilgilendirilmesi de istenmekteydi. Nihayet Mustafa Kemal Paşa’nın vazifeleri
hakkında Meclis-i Vükelada kaleme alınan talimatname sureti kendisine
gönderilmiş ve hareketini çabuklaştırması gerektiği bildirilmiştir [11]
Mustafa Kemal Paşa maiyetiyle birlikte, Samsun ve çevresindeki
asayişsizliği ortadan kaldırmak için silahları toplamak da dahil olmak üzere
resmî olarak geniş yetkilerle görevlendirilmişti. İstanbul’dan verilen emri yerine getirmek üzere Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından atandığı
IX. Ordu Kıtaatı Müfettişi
sıfatıyla 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı.
Fakat bu yetkileri Mustafa Kemal Paşa’ya verenlerin,
Anadolu’ya geçerek ülkeyi ve milleti
bulunduğu kötü durumdan kurtarması amacıyla verip-vermediklerini Mustafa Kemal
Paşa’nın bizzat; “Bu vâsi salâhiyetin, beni İstanbul’dan nefyü teb’it
maksadıyla Anadolu’ya gönderenler tarafından bana nasıl tevdi edildiği mucib-i istiğrabınız olabilir!
Derhal ifade etmeliyim ki, bana bu salâhiyeti onlar bilerek ve anlayarak
vermediler. Herçibadâbat benim İstanbul’dan
uzaklaşmamı arzu edenlerin icat ettikleri sebep “Samsun ve havalisindeki
asayişsizliği mahallinde görüp tedbir almak için Samsun’a kadar gitmek” idi.
Ben, bu vazifenin ifası, bir makam ve salâhiyet sahibi olmakla mütevakkıf
olduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir beis görmediler. O tarihte Erkân-ı Harbiye-i Umûmîye’de bulunan ve benim
maksadımı bir dereceye kadar istismam eden zevat ile
görüştüm. Müfettişlik vazifesini buldular ve salâhiyete müteallik talimatı da,
ben kendim yazdım. Hattâ Harbiye Nazırı olan Şakir Paşa bu talimatı okuduktan
sonra imzada tereddüt etmiş, anlaşılır anlaşılmaz bir tarzda, mührünü
basmıştır.” şeklinde ifade ettiği sözlerinden rahatlıkla anlaşılmaktadır.[12]
Öyleyse, Mustafa Kemal Paşa’nın gönderilme
amacı kısaca şöyle özetlenebilir : Millî direnişi örgütlemek. Mustafa Kemal
Paşa’ya verilen talimatın esası, bölgelerin askersiz ve silahsız hale
getirilerek; Mondros Mütarekesinin ihlalini önlemek.
Elimizde
belge var, diyenlerin, belge kaynakları nereleridir ? Hangi devlet, ya da devletin arşivinden alınmıştır ? Şu kadar kişi
asıldı, sürüldü, mahkûm edildi diyenler, Damat Ferit döneminde faaliyet
gösteren İstanbul 1 numaralı sıkıyönetim mahkemesi olan " Divân-ı Harb-i Örfî " nin binlerce
masumu, sırf Kuvâ -yı
Millîye taraftarı oldukları, Anadolu’ya katıldıkları için çeşitli hapis, sürgün
cezalarına çarptırıldıkları, çok sayıda vatan evladının idam edildiğini,
meslekten atılarak, çoluk çocuğunun sefalete itildiğini biliyorlar mı acaba ?
Bunları gündeme getirip, bu beylere sormak gerekmez mi ?
Bütün Millî
Mücadele boyunca T.B.M.M. nin varlığını kabul
etmeyen, dolayısıyla Kuvâ-yı
Millîye hareketini anlamakta zorluk çeken Vahideddin,
belki de bu nedenledir ki benzer akibete uğramaktan
haklı olarak çekinmiş olmalıdır.
Şimdiye
kadar Onun hakkında yazılanların hemen hepsinin birbirinin aynı, şahsî
yorumlara dayalı olduğunu söylemeliyiz. Hayatı hakkında yazılanlar kendisinin
ve bazı hanedan üyelerinin anlatmış olduğu anılarla sınırlıdır. Her nedense bu
eserlerde, bazı hanedan üyeleriyle yapılan görüşmelerde tutulan notlar, Tarık
Mümtaz Göztepe, Necip Fazıl Kısakürek, Kadir Mısıroğlu,
Mustafa Müftüoğlu, İlhan Bardakçı, Yılmaz Çetiner, Murat Bardakçı’nın gibi
yazarların ifadeleri âdeta biricik kaynak olarak gösterilmektedir. Halbuki
Millî Mücadele ve Sultan Vahideddin dönemi hakkında
Başbakanlık ve Genelkurmay ATASE Arşivlerinde sayısız belge mevcuttur. Bunlar
dikkate alınmadan yapılan çalışmalar son derece yetersiz olacağı gibi,
gerçekleri saptırma açısından da büyük önem arz etmektedir. Bu bakımdan hadise,
Vahideddin’in ülkeyi terk ettiği için “hain”
suçlamasına mâruz kaldığı meselesi değildir. Aslında Onu ülkeyi terke zorlayan
nedenleri, Millî Mücadelede izlemiş olduğu çizgide aramak gerekir.
Zaman zaman “Resmî tarihi” reddedilip, “Gerçek tarihi yazmak”
bahanesiyle, Mustafa Kemal Atatürk ve onun kurduğu Cumhuriyet tek taraflı
olarak yargılanıp, tartışılmaktadır. Elbette “Resmî tarih” olarak nitelenen
kitaplar, eserler incelenmeli, eleştirilmeli, hataları bulunup, artık gereksiz
hale gelen abartma ve yorumlardan arındırılmalıdır. Yani Tarih, olması
gerektiği gibi objektif, tek yanlı değil, çok yönlü yazılmalıdır. Buna da
kimsenin itirazı olamaz herhalde.
Bu noktada
biraz insaflı olunması gerektiğine inanıyoruz. Çünkü bu çerçeve etrafında görüş
bildiren kimi yazar ve araştırmacılar,esas mecradan uzaklaşarak konuyu
çarptırmaktadırlar. Çünkü mesele resmi tarih meselesi değildir. Hadisenin
başlangıcına gidilip, olayların takip ettiği seyir incelenirse ; ortaya çıkan
sonucun pek de beklendiği gibi şaşırtıcı olmadığı anlaşılır.
Türk
tarihinin en tartışmalı isimlerinden olan son Osmanlı Padişahı Vahideddin’in hayatının son günlerinde kaleme aldığı
anıları, ölümünün üzerinden 72 yıl geçtikten sonra
Murat Bardakçı tarafından yayınlandı. “Şahbaba” adı
verilen hatıratın birçok yerinde, “Vatanına asla ihanet etmediğini” tekrarlayan
Vahidedtin, şartların başka türlü hareket etmesine
imkân bırakmadığını söylemektedir. Ayrıca, “Kurtuluş Savaşı sırasında
Anadolu’ya geçmek istediğini, ama gitmesinin
engellendiğini söylemektedir. Padişah, facialara karşı bir paratoner görevi
yaptığını ve bütün fenalıkları üzerine çektiğini söylemektedir .
Kimilerine
göre ise, Sultan Vahideddin, Anadolu’da millî bir
kuvvet hazırlamayı düşünmüş ve bu kuvveti meydana getirmek için yakınında bulunanların
telkini ile yaverlerinden M. Kemal Paşa’yı geniş bir yetki ve özel bir
talimatla galip devletlerin İstanbul’da bulunan temsilcilerinin bilgisi
dışında, gizlice Anadolu’ya göndermiştir .
Ancak Sultan
Vahideddin’e o kadar yakın olan Başkâtip Ali Fuat
Bey’in anılarında, Vahideddin’in böyle bir kararı
olduğunu belirten, Millî Mücadele’yi planladığı umudunu veren ne bir cümlecik,
ne de ufacık bir ipucu yer almamaktadır.
Vahideddin’in verdiği ileri sürülen paralarla ilgili iddia, hiç bir
belgeye dayanmamaktadır. Örneğin Vahideddin, Mustafa
Kemal Paşa’ya, Anadolu’da teşkilat yapması için 40.000 altın vermiştir. Üstelik
bu paranın önemli kısmı, eskiden beri beslediği değerli yarış atlarını satmak
suretiyle elde etmiştir . Bir Reşat altını 7,6 gramdır. Bu da 7,6 x 40.000 =
304.000 gram, yani 304 kilo eder. Bu kadar altın Samsun’a vardı diyelim, oradan
Havza’ya, Amasya, Erzurum, Sivas ve diğer yerlere nasıl taşındı ? Neden hiçbir
hatıratta bu altınlardan bahs edilmiyor ? Halbuki
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının elinde ancak üç eski otomobil vardır.
Hatta Merzifon’daki Amerikan Koleji’ne uğranılıyor ; yolda lâzım olacağı üzere
birkaç lastik ve bir miktar da benzin alıyorlar, parası daha sonra ödenmek
üzere bir de makbuz kestiriyorlar. Üstelik yanlarında da özel eşyalar, tüfekler
ve dosyalar var, bu kadar altını nasıl taşımışlardı acaba ? Mustafa Kemal Paşa
ve karargah mensuplarına 3 aylık maaşları, yollukları ve verilen % 50 zam.
Ayrıca Dahiliye Nezareti ödeneğinden verilen 1.000 lira . Kaldı ki, Mustafa
Kemal Paşa ve yanındakilere bu 1.000 + 25.000 liranın bir an verildiğini
düşünsek, bu parayla nereye kadar, neyin mücadelesi yapılırdı ki. Nitekim kısa
bir süre sonra hiç paralarının kalmadığı, Ankara’ya geçmek
için 17 Aralık 1919 günü yapılan yolculuk hazırlıklarından anlaşılmaktadır .
Heyetin bütün nakdi mevcudu ancak 20 yumurta, bir okka peynir ve 10 ekmek
almaya yetiyordu .
Mustafa
Kemal Paşa’ya ayrılırken beraberindeki karargâh subayları için kanunlar
çerçevesinde bir tahsisat verildi. Elbette bu yeterli değildi. Nitekim Dahiliye
Nazırı Mehmet Ali Bey tarafından, Mustafa Kemal Paşa’ya makbuz karşılığı 25 bin
altın lira kadar bir paranın ödendiği iddia edilmektedir . Bu konuda herhangi
bir belgeye rastlayamadık.
Erzurum
Kongresi’nden itibaren Atatürk’ün yanında görev alan Mazhar
Müfit (Kansu) Bey, Sivas Kongresi hazırlıkları
sırasında büyük para sıkıntısı çekildi ği
anlaşılmaktadır. Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yalnızca 800 lira kadar bir
para vardı Böylesine geniş bir kadrosu bulunan karargâhın masrafların
karşılamak kolay değildi. Hatta yolculuk için bulunabilen ve pazarlığı yapılan
dört araba için istenen 400 liranın temini kolay olmamıştı. Nitekim mevcut üç
arabanın tamamının tenteleri yırtık, karoserleri kötüydü. Ancak parasızlık
Mustafa Kemal Paşa’yı son derece üzmüş ; bu yüzden pazarlığı yapılan
arabalardan üç tanesi kiralanabilmişti . Padişahın ikinci şık dediği Kuvâ-yı İnzibâtiye, Anzavur ve adamlarıdır.
Bu arada Vahideddin, Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya kendilerinin
gönderdiğini, ancak onun açık bir şekilde isyan ettiğini söylemektedir. Damat
Ferit Paşa’nın ise, onu görevden almak ve “aklını başını getirmek” istediğini
ancak başarılı olmadığını, Mustafa Kemal Paşa ile bir uzlaşma sağlaması için Tevfik Paşa’yı görevlendirdiğini, onun da aynı şekilde
başarısız olduğunu belirtmektedir. Başyaveri Avni
Paşa’nın önerisiyle Anadolu’ya geçerek başkomutanlığı
üzerine alması istenmiş, fakat Müşir Ahmet İzzet Paşa, Sadrâzam Tevfik Paşa ve Ali Rıza Paşa’nın karşı çıkmasıyla bundan vazgeçmiş
olduğunu söylemektedir.
Vahideddin, Hicazda’ki ikameti
sırasında, Mekke’de, İslâm âlemine ilk beyannamesini yayınlamıştır. Vahideddin bu beyannamede, İzmir’in ve ülkenin bazı
yerlerinin işgalinden kendisinin sorumlu olmadığını, üstelik Mondros
Mütarekesi’ni imzalayan heyetin başında Rauf Bey’in olduğunu hatırlatılıyordu.
Ayrıca Mustafa Kemal Paşa’yı, o sırada kumandası altında bulunan ordunun büyük
kısmını esir vererek, Toros tepelerine sığınmış
olmakla suçluyordu . Bu noktada Vahideddin büyük bir
yanılgı içindedir. Zira o tarihlerde bölgede elle tutulur bir kuvvet de
kalmamıştı. Zaten 1918 yılı Mart ayından itibaren Yıldırım Ordular Grubu
emrinde bulunan 3, 26 ve 54 tümenler lâğv edilmişti.
Üstelik tam aksine, Mustafa Kemal Paşa’nın, Toros
tünellerinin stratejik açıdan son derece önemli olduğunu, elde tutulması
gerektiğini ve terhis işlemlerinin geciktirilmesi konusunda Harbiye Nezaretine
tavsiyede bulunduğunu biliyoruz.
Bu
beyannamede İzmir’in işgalinden doğan mesuliyeti, Mustafa Kemal Paşa ve
arkadaşlarına yükleyen Vahideddin, Damat Ferit Paşa
Hükümetinden hiç bahs etmemektedir. Ülkenin başına
gelen felaket ve işgallerin sorumluluğunu Mondros Ateşkes Antlaşması’nı
birlikte imzalayan Rauf ve Fethi Beylere yüklemektedir. Böyle bir mantığı
anlamak kesinlikle mümkün değildir. Bir kere bilgi yanlışlığı yanında
memleketin içinde bulunduğu durum ve şartlardan habersiz olduğu
anlaşılmaktadır.
S
O N U Ç
Bütün
bunlardan çıkan sonuca bakılırsa, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya
gönderilirken kendisine verilen talimat, kimilerinin dediği gibi işgale karşı
direnişi örgütlemek ve Millî Mücadele’yi başlatabilmek için gerekli ortamı
hazırlamak değildir. Talimata göre Mustafa Kemal Paşa’dan istenen “bölgede
huzur ve asayişi” sağlamasıdır. Ayrıca bölgede muhtelif yerlerde bulunan silah
ve cephanenin bir an önce toplattırılarak depolarda muhafaza altına alınacaktı.
Ancak O, Vahideddin’in de vurguladığı gibi, talimatın
dışında birtakım hareketlerde bulunarak, hükümetin kararlarına karşı çıktı. Bu
nedenle görevinden alınarak, “aklı başına getirilmek” istendi. Bu da yetmedi
askerlik mesleğinden çıkarıldı, “yakalandığında tekrar yargılanmak kaydıyla”
idama mahkûm edildi.
Vahideddin’in hatıralarında üzerinde fikir yürütmeye değmeyecek,
tamamen kendi şahsi görüş ve karalamalarla dolu birçok konu var. Bu iddiaların
hemen hepsi belgesiz ve dayanaksız olduğu gibi, bugüne kadar bunları
doğrulayacak herhangi bir bilgi veya ipucuna arşivlerde rastlayamadık. Bu
konuda hükmü tarih vermiştir, bizim başkaca bir sözümüz yoktur.
Osmanlı Devleti
tüm ihtişamıyla yaşamış, devrini tamamlamış ve tarih sahnesinden çekilmiştir.
Ne yazık ki bazıları yeniden ve objektif olarak tarihin gerçek boyutlarını
araştıracak yerde, bu defa Mustafa Kemal’i yargılıyorlar. Bu arada şu, ya da bu gerekçeyle Vahdettin’in itibarını iade etmeye
çabalıyorlar. İşbirlikçi değilmiş de, devleti kurtarmaya çalışmış da vs.
Vahideddin’e “hain” demek, bir başkası için de “kahraman” demek
doğru değildir görüşünden yola çıkarsak, literatürde bu kelimelerin anlamı
açıktır. O halde memleketini, tebaasını, hanedanını bırakıp ülkeyi terk eden,
devletin kurtuluşunu İngilizlere yakın bir politika izlemekte gördüğünü ifade
etmekten çekinmeyen birine hangi sıfatı vereceksiniz. Eğer Kurtuluş Savaşı’nda
izlediği tutum dolayısıyla “korkak, hain” olmakla suçlanan Vahideddin
aklanabilirse, herhalde bu sıfat başkalarına yakıştırılacaktır.
Nedense
sözünü ettiğimiz yazarlar bu dönemden söz ederken, İstanbul 1 numaralı Divân-ı Harb-i Örfinin Kuvâ-yı Millîye yanlıları hakkında almış ve uygulamaya koymuş
oldukları idam dahil, yüzlerce hükmü görmezlikten gelmektedirler. Bunlar
hakkında çıkarılan İrade-i Seniyyelerin Vahideddin tarafından tasdik edildiğini ; Anadolu’daki
hareketi boğmak için oluşturulan Kuvâ-yı İnzibâtiye alayına padişah tarafından “Mecidî nişanı” bile verildiğini unutmuş görünmektedirler.
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları hakkında alınan idam kararları ile “Ma’hûd Fetvâ-yı Şerife” hakkında
bile “büyük baskı altındaydı” mazeretiyle kendisini mâsum ve mâzur gösterenleri
anlamakta güçlük çekiyoruz.
Bir ölüm
kalım, bir var oluş savaşında herkes yerini almalıdır. Hiçbir mazeret böyle bir
mücadelenin önüne geçemez. Tarih ne yazıyor ona
bakmak gerekir.
Ø Bu tebliğ 10-12 Mayıs 2007 tarihleri arasında Samsun, İlkadım
Belediyesi’nce gerçekleştirilen "İlkadım’dan
Cumhuriyet’e Milli Mücadele Sempozyumu”nda sunulmuştur.
K
A Y N A K Ç A
Alemdar,
İstanbul, 29 Nisan 1920
Aşiroğlu, O. Gazi
Son
Halife Abdülmecid, Burak Yayınevi, İstanbul 1992
Atatürk, M. Kemal, Nutuk,
1919-1927, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 2000
Ayışığı, Metin
Millî Mücadele’de Manisa, Manisa Dergisi, Ekim
1994, sayı : 7
Bardakçı Murat,
Şahbaba, Dördüncü Basım, İstanbul 1998
Başbakanlık Osmanlı Arşivi,
B.E.O. Harbiye Giden
Çetiner,Yılmaz
Son
Padişah Vahdettin, Milliyet Yay., İstanbul 1993
Çolak, M. İsmail
“İnce Kader Çizgisinde Vahideddin”,
Tarih ve Medeniyet, Ekim 1997, sayı : 43
Gökbilgin,Tayyib
Millî
Mücadele Başlarken, I, Ankara 1959
Hülâgü, Metin
“Neden Terketti ?”,
Tarih ve Medeniyet, sayı : 43
Kansu, Mazhar Müfit
Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber,
II, T.T.K. Yay., Ankara 1988
Kutay, Cemal
İstiklâl Savaşı’nın Mâneviyat Ordusu, Posta
Kutusu Yay., İstanbul 1977
Mevlanzade Rıfat,
Türkiye İnkılâbının İç Yüzü, Pınar Yay.,
İstanbul 1993
Özakman,Turgut
Vahidedtin, M. Kemal ve Millî Mücadele, Bilgi Yayınevi,
Birinci Basım, Ankara1997
Şimşir, B. N.
İngiliz Belgelerinde Atatürk III,T.T.K. Yay.,
Ankara 1979, s. XXXV, Belge no : 35
Takvî m-i Vekâ yi,
Resmî Gazete
Türkgeldi, Ali Fuat
“Görüp İşittiklerim”, T.T.K. Yay., Ankara 1987
Yalçın, E. Semih, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya Geçişi
Meselesi ve 19 Mayıs Ruhu, http://www.meb.gov.tr/belirligunler/19mayis/makaleler/19mayis_ruhu.html
[1] Kemal ATATÜRK, Nutuk, 1919-1927, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 2000, 1
[2] aynı eser, 8
[3] E. Semih Yalçın, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya Geçişi
Meselesi ve 19 Mayıs Ruhu, http://www.meb.gov.tr/belirligunler/19mayis/makaleler/19mayis_ruhu.html
[4] BOA., B.E.O., Harbiye Gelen, nr. 340814
[5] BOA, B.E.O., İHR., nr. 340814
[6] Ibid
[7] BOA, B.E.O., İHR., nr.
340967
[8] 30
Nisan 1919 tarihli irade-i senniyye sureti için
bk. BOA, B.E.O., Harbiye Giden, nr.342765
[9] 30 Nisan 1919 tarihli irade-i senniyye sureti için bk. BOA, B.E.O., Harbiye Giden, nr.342765
[10] Bk. BOA, B.E.O., Harbiye Giden, nr.342984
[11] Bk. BOA, B.E.O.,
Harbiye Giden, nr.342984
[12] Kemal ATATÜRK, Nutuk, s. 7